|  MEDYA CAMBAZLARINA ZORUNLU YANITIMIZDIR (BASIN AÇIKLAMASI)
 Kamuoyuna ve emekçi halkımıza, İki haftadan beri belli başlı gazete ve dergilerde süren ve sataşma 
              / atışma / tartışma şeklinde gelişen bir gündem, bizleri bu gündemi 
              sadeleştirmeye dönük bir adım atmaya zorluyor. Bir köşe yazarının 
              Türkiye aydınının, düşünce ve sanat tarihinin yüzaklarından biri 
              olan Yılmaz Güney'e dönük çirkin saldırısıyla başlayan gündem, bugünlerde 
              daha naif bir çerçeveye büründürülerek devam ediyor. İddia odur 
              ki, Yılmaz Güney, kimliği ve sanatsal değeri tartışılası bir insandır 
              ve yaşamının filme çekilecek olması, beyhude olmanın ötesinde sakıncalıdır, 
              zararlıdır.Havlayarak, hırlayarak edindikleri köşelerinden yağdırdıkları hakaretler, 
              aşağılamalar, küfürlerle bezeli bu iddia, açıkça ifade etmeliyiz 
              ki, bizleri hem yaralamış, hem de öfkelendirmiştir. Aynı, Hizbul-kontra 
              denen cinayet şebekesinin icraatlarının ortaya saçıldığında olduğu 
              gibi; aynı rantiyecilik yüzünden depremde yitirdiğimiz onbinlerce 
              vatandaşımızın ölümü gibi; aynı dünyaya kan kusturan Clinton'un 
              memleketimizi ziyaretinde gazete başlıklarında kocaman kocaman "Welcome 
              Clinton" yazıldığını gördüğümüzdeki gibi; aynı idam tehdidiyle 
              toplumsal muhalefetin şantaja boyun eğmesi gerektiği dayatmasında 
              yapıldığı gibi...
 Şurası çok açık ki, lümpenlik, katillik, cehalet atfettikleri, Yılmaz 
              Güney'in şahsında, bu memleketin tüm ilericileri, aydınları ve emekçileridir.
 Neden Yılmaz'ımıza bu saldırı?
 Çünkü Yılmaz, yarını kurmaya soyundu.
 Çünkü Yılmaz, "Hepimiz aynı gemideyiz" safsatasına inanmadı. 
              Bu toplumun eşit insanlardan oluşan bir topluluk olmadığını, birilerinin, 
              düzenli ve sistematik olarak toplumun geniş yığınlarının sırtından 
              ve onları örgütsüzleştirekek, cehalete ve sefalete mahkum ederek 
              geçindiğini "Umut"la, kah "Ağıt" yakarak, kah 
              "Endişe"lenerek, kah "Acı"yla, ama en çok da 
              "Arkadaş"ça haykırdı...
 Çünkü Yılmaz, eşit ve özgür bir dünyanın kurulabileceği umudunun 
              simgelerinden biri oldu.
 Çünkü Yılmaz, bunları yaptığı için uğradığı saldırılar, tehditler, 
              yüzlerce yıllık hapis cezaları karşısında yılmadı. İnat, inanç, 
              kararlılık, özveri, mertlik, dürüstlük, sevgi ve umut makinesi gibi 
              çalıştı
 Çünkü Yılmaz Güney "Yol"undan dönmedi.
 Bunları feodal zihniyet ürünü olarak görmek, lümpenlik olarak nitelemek 
              demagojinin, cehaletin ve pervasızlığın dikalasıdır. Bunlar, insanlığın 
              binlerce yıllık mirasından süzülmüş ve geleceğe de devrolacak değerlerimizdir. 
              İnsanlığın kendini mahkum ettiği sevgisizliğe, hayal kırıklıklarına, 
              sefalete, cehalete karşı, "Mahkum değiliz"in adı oldu 
              Yılmaz Güney.
 İşte bu yüzdendir bu saldırı. Tam da cehaletten, sevgisizlikten, 
              hayal kırıklıklarından, sefaletten hiç bir çıkarı olmayan emekçilerle 
              bu kimliğin buluşmasıdır Yılmaz Güney'e yapılan saldırının nedeni. 
              Çünkü bu buluşma, aydın kimliğiyle emekçilerin buluşması bugün her 
              zamankinden daha güncel ve yakıcıdır.
 Saldırıyı gerçekleştirenler nerede duruyorlar? Onların konumlarıyla, 
              saldırdıkları arasında bir ilişki yok mu? Cehaleti körükleyen medyanın 
              başköşelerinde onlar yer almıyorlar mı?
 Halklar arasındaki düşmanlığı kah kafatası avcılığı yaparak, kah 
              adalara bayrak dikme oyunu oynayarak körükleyen onlar değil mi? 
              Özelleştirmeyi savunanlar, her tür kamusal değere, dayanışmaya saldıranlar 
              onlar değil mi? Binbir sıkıntı sonucu intihar eden emekçilerin arkasından 
              borazan çalanlar, gecekondusunu yıktırmamak için direnenlere hayvanlık, 
              sapıklık yakıştıranlar onlar değil mi? Faşistlerin iktidar olduğu 
              Avusturya'nın üyesi olduğu Avrupa Birliği'ni demokrasinin garantisi 
              olarak gösteren, halkımızı düpedüz kandıranlar onlar değil mi? Özgürlükler 
              adına dinci gericiliğe arka çıkanlar onlar değil mi? McDonalds'ıyla, 
              Rambo'suyla... darkafalılık kültürünü baştacı eden onlar değil mi?
 Peki üzerlerine basarak yazmayı sürdürdükleri köşelerinin altından 
              milyonlarca emekçi çekilirse ne olacak?
 Bunlar '70'lerde değil, bugün oluyor. Yılmaz Güney, bu kandırmacaların 
              karşısında susmamanın simgesi olduğu için saldırıya uğruyor. Peki 
              bunun karşısında, "O zamanın koşulları öyleydi; Yılmaz Güney 
              de insandı; tabi tartışmak lazım" deyip meselenin üzerinden 
              atlanabilir mi? Diyorlar ki, "Tartışma yanlış gelişti, biz 
              öyle demek istememiştik. Yılmaz Güney'i tartışmak istemiştik." 
              Bunun samimiyetinden kuşku duymak için yeterince nedenimiz var ve 
              açık ki istedikleri tartışma falan değil. Bizim "Büyük İnsanlık" 
              dediğimiz, onlarınsa sürüye, koyuna benzetmeyi pek sevdikleri milyonlarca 
              insanın cehaleti, sefaleti sürsün istiyorlar.
 Biz akıl, bilim, sanat, estetik, özgür düşünce dedikçe, onlar akıl-dışılığı, 
              hurafeleri, yozlukları, örümcek ağlarını ortalığa saçıyorlar. Biz 
              değerlerimizi ileri taşımaktan bahsederken, onlar, "Sizin de, 
              değerlerinizin de canı cehenneme!" diyorlar. Ve göndermek için 
              ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar.
 Önce insanlığı böceğe çevirip, sonra "sen böceksin" demeye 
              hevesleri bundandır. Bu mu tartışma?
 Biz Holivutçuluk oynamaya niyetli değiliz. Tahriklere kapılmamak, 
              sağduyulu davranmak, barışçı olmak, düzeyi düşürmemek... bunlar 
              kadar tarihimize sahip çıkmayı da biliyoruz.
 Yılmaz Güney'i tartışmak onların haddi değil. Bizim değerlerimizi 
              tartışmanın belli bir seviye, bilimsel derinlik, akıl ve insanlık 
              sevgisi gerektirdiğini söylemek durumundayız.
 Densizlik yapana "densiz" demeyi ise, Can Yücel öğretmemiş 
              miydi bize?
 Biz insanımızı tartışmak; onu yeniden kendisiyle gurur duyan, bu 
              memlekette yaşamaktan koltukları kabaran, yaşadığına pişman olmayan, 
              sevebilen, sevilebilen, akla, sanata, bilime, estetiğe, kardeşliğe, 
              özgürlüğe inanan bir düzleme taşımak istiyoruz. Onların yokettiği 
              insanı, yeniden ve elele yaratmak istiyoruz. Bu çabamız içinde Yılmaz 
              Güney'in tartışılmaz, evet "tartışılmaz" bir yeri vardır. 
              Aynı Nazım, Ruhi Su, Aziz Nesin ve daha onlarcası gibi...
 Ve sorumluluklarımızı biliyoruz. Bu sorumluluklara havlayarak, tıslayarak 
              karşılık verenlere ise tek bir sözümüz var: İt ürür, kervan yürür!
 İmzalayanlar:Yeni İnsan Yeni Sinema Dergisi
 Agah Özgüç (Sinema Yazarı, Tarihçi)
 Derya Alabora (Oyuncu)
 Semir Aslanyürek (Yönetmen)
 Ezel Akay (Yapımcı)
 Necla Algan (Akademisyen, Sinema Yazarı)
 Berhan Şimşek (Oyuncu)
 Reis Çelik (Yönetmen)
 Yeşim Ustaoğlu (Yönetmen)
 Ahmet Soner (Sine-Sen Genel Sekreteri)
 Yusuf Çetin (Oyuncu)
 Ali Demirel (Sinema Işıkçısı)
 Hüseyin Kuzu (Senarist)
 Muzaffer Hiçdurmaz (Yönetmen)
 Rahmi Saltuk (Müzisyen)
 Edip Akbayram (Müzisyen)
 İbrahim Balaban (Ressam)
 Orhan İyiler (Yazar)
 Emin Karaca (Yazar)
 Aclan Uraz (Fotoğraf Sanatçısı)
 Cem Taylan (Akademisyen)
 Galip Gür (Müzisyen)
 Hüseyin Kemal Çağın (Yayıncı)
 Ali Ekber Eren (Müzisyen)
 Nazım Kültürevi
 Bulunmaz Kültür Merkezi
 Gölge Film
 Klaket Dergisi
 |