Soba, cam ve iki ekmek
Ay… İncecik kavun dilimi gibi ay… umut ve özlem… Şişko'nun, Şaban'ın
ve diğer çocukların elleri tanrıya doğru açılır. Derler ki, yeni
ayı ilk gördüğünde dua eder ve dilek tutarsan, tanrı bunları yerine
getirir. Çocukların hepsi tek bir dilek tutar: "Allah'ım beni
daha iyi bir hapishaneye yolla." "Beni de Allah'ım."
Dördüncü koğuşun çocuklarının hikayesi bu film. Çocukluklarını
yaşayamayan o küçük dev adamların hırsızların, katillerin, terk
edilmiş çocukların hikayesi. Yeni ayda dilek tutan, cezaevi kölelerinin
hikayesi. Umutlarının ve umutsuzluklarının hikayesi. Belki de bizim
zavallığımızın hikayesi ne dersiniz?
Güney Vakfı, Yol ve Sürü filmlerinden sonra Duvar filminin de restorasyon
çalışmasını tamamladı ve film vizyona girdi. Fatoş Güney ile "Duvar"
için görüştük.
Duvar filminin vizyona girme sürecini anlatır mısınız?
Duvar, Yılmaz'ın sürgündeyken yani özgürlüğüyle ölümü arasında gerçekleştirdiği
tek ve son filmi. Negatifler Fransa'daydı, onun için ilkbaharda
Fransa'ya gittim.Laboratuvarlarla ilişkiye geçtim. Film orada hazırlandı.
Ayrıca filmin bir dökümanteri vardı. Filmin çekiminin çekimi. Orada
ayrı bir laboratuvarda bulunuyordu ve yaklaşık sekiz ay süren bir
çalışmadan sonra iyi bir kaliteyle film perdeye aktarıldı. Bu olay
Türk sinema tarihinde ilk defa gerçekleşiyor. Onaltı yıl öncenin
filmi onaltı yıl sonra yeni bir film gibi vizyona giriyor ve ilgi
görüyor. Sanıyorum sadece Türkiye'de değil dünyada da ilk örnek.
Yol ile başladık . Ardından Sürü geldi. Bu da Yılmaz'ın üçüncü filmi;
Duvar.
İnternet'te de Duvar sitesi açmıştık. Birkaç günde binlerce kişi
girdi. O da çok sevindirici bir olay. (www.yilmazguney.org)
80 kuşağı Yılmaz Güney'in filmlerini görmeden yetişti. Gençlerin
ilgisi nasıl?
Gençlerin çok yoğun bir ilgisi var. Yılmaz'ın iki çeşit izleyicisi
var: Bir, o vefakar dostlar dediğimiz, bizim kazanılmış kalelerimiz.
Her şeyde hazır ve nazırlar. Eski dostlar onlar, vefakar dostlar.
Yılmaz'ın bütün gelişimini izlemiş, ilk filmlerini görmüş. Örneğin
telefonlar geliyor. Sinema kaç para, bilet fiyatı ne kadar diye
soruyorlar. Sinemayla ilgisini çoktan kesmişler, ama bu filme gelecek.
Çok duygulandırıcı benim için bunlar. Bir de genç kuşak var.
Genç kuşak da çok sevindirici, çok heyecan verici. Kültür ortamındaki
değersizleşmeye, sanat alemindeki yozlaşmaya, Türkiye'de kaybolan
değerlere bakıldığı zaman karamsar bir tablo var gibi, ama özünde
değil gibi görüyorüm, bu olayda. Bu önemli bir gösterge. 1981'den
itibaren on yıl boyunca yasaklanan ve Türk sinema tarihinin mirası
olan yüzdört tane filmin yok edilmesinden sonra onun hiçbir eserini
görmemiş olan kuşak onu keşfetmek istiyor. Böyle iki çeşit olay
var.
Filmde yönetmen yardımcısıydınız. Duvar filmi çekilirken yaşadığınız
tanıklıkları anlatır mısınız?
İlk ve son olmak üzere filmde yönetmen yardımcılığı yaptım. Bu film
bizim hayatımızın bir parçası. 1976 tarihinde Yılmaz, Ankara Merkez
Cezaevi'ndeydi. Henüz beş yaşındaki oğlumla birlikte ona daha yakın
olmak için bir ev kiraladık. Bir kış günü cezaevine gittim ve cezaevinin
askerlerle çevrili olduğunu gördüm. Büyük bir telaş vardı. Kadınlar
ağlaşıyorlardı. Ziyaret yasaklanmıştı, beklemeye başladık. Bir genç
adam yanıma yaklaştı, elime bir kağıt tutuşturdu. Bildiriydi bu
ve çocuk koğuşunun isteklerini dile getiriyordu. Çok masumca şeylerdi.
Kış günüydü üşüyorlardı. Koğuşlarında cam yoktu, cam istiyorlardı,
sobaları yoktu soba istiyorlardı. Doymadıkları için de bir yerine
iki ekmek istiyorlardı. Tüm cezaevi devrimci koğuşuyla birlikte
Yılmaz Güney imzasını taşıyordu bu bildiri. Benden bunu basına ulaştırmamı
istiyorlardı.
Ben o zaman her yere ulaştırdım, ama çok küçük bir haber olarak
basında yer aldı. Daha sonra o geceyarısı telefon çaldı. Yılmaz'dı,
yoldan arıyordu. Kayseri'ye sürüldüğünü söyledi. Biz de o olayın
ardından evimizi kapattık. Böylece Kayseri'ye göç ettik. İki yıl
da Kayseri'de kaldık. Yılmaz, yaşadıklarından yola çıkarak Kayseri
Cezaevi'nde önce bir roman yazdı. "Soba, pencere camı ve iki
ekmek istiyoruz" diye… Türkiye'den ayrıldıktan sonra ilk projesi
bunu çekmek oldu. Dünyanın her yerinde istediği her köşesinde film
çekme olanağı olmasına rağmen cezaevlerini çekmek istiyordu.
Olaylar Yılmaz Güney'i cezaevilerinde yaşananlara tanıklık edecek
bir film yapma düşüncesine zorladı mı dersiniz?
Bu çok zor bir seçimdi. Bir cezaevini anlatmak, oradaki yaşananları
ve acıları aktarmak insanlara zor gelebilirdi. İnsanlar bir hapishane
filmine gitmeyi seçmeyebilirlerdi. Ona rağmen çok zor şartlarda
bunu gerçekleştirmeye girişti. Şöyle ki, eski bir manastır seçildi.
Orada bir Türk cezaevi yaratıldı.
Manastırın bahçesinin ortasına duvarlar dikildi. Üzerine tel örgüler
gerildi. Gardiyan, jandarma elbiseleri, şapkaları diktirildi. Cezaevi
planları bulundu. Türkiye'den özel olarak cezaevlerini yaratacak
dekorlar gizlice getirildi. Bunlar, tesbihlerdi, boncuk işleriydi,
gazetelerdi, afişlerdi… Sekiz ay süren yoğun bir çalışmadan sonra
iş kotarıldı.
Çocuklar Duvar filminin ağırlıktaki karakterleriydi. Bildiğimiz
kadarıyla hiçbirinin sinema deneyimi yoktu…
Çocuklar gerçekten sorundu. Oyuncu olarak seçilecek Avrupalı çocuklar
yapı olarak bizim yapımıza uygun değildi. O yüzden Kuzey Avrupalı
çocuklardan ve oradaki ilticacı ailelerin çocuklarından, kahvelerden,
sokaklardan çocuklar toplandı. Sonuçta 100-150 kişiyi buldu. Mültecilerden
bir ekip teşkil edildi. Bin, binbeşyüz kişiye kadar yükseliyordu.
Çocuklar gibi buradaki arkadaşlar da hayatlarında ilk kez kamera
görüyorlardı. Set işçiliğinden, duvarların yapılmasına kadar, filmde
jandarma, gardiyan rollerine kadar her işi yapıyorlardı. Gerçekten
çok ilginçti. Filmin prodüktörü beni bir köşeye çekti; "Deli
bu adam, bunun yaptığını kimse yapamaz. Bir mucize gerçekleştiriyor.
Bizim bundan öğrenecek çok şeyimiz var" dedi.
Film böylece tamamlandı. Film çok ilgi görmedi diyorlar. Ben tekrar
basın dosyası hazırladım. Yabancı basında çok güzel şeyler söylenmiş.
Şiirsellikten, belgeselliğe, sinema şaheserinden, Yılmaz Güney bir
başyapıt imzalıyora kadar. Yılmaz Güney filmlerinden en iyi biri
denildi.
Ve Duvar gösterime girdi…
Cannes da gösterildi. Çok büyük ilgi gördü. Bir sene önce Cannes
da Yol, Altın Palmiye'yi aldığı için zaten bir ödül beklemiyorduk,
ama korkunç bir ilgi vardı.
Yılmaz'ın bir sürü projesi olmasına rağmen ki, Latin Amerika'dan
Kuzey Afrika'ya, Güney Amerika'dan Irak-İran'da ağırlıklı olarak
Kürtler'in yaşadığı bölgelere, Yunanistan'dan Türkiye'ye kadar bir
sürü projesi vardı. Tam da bunları gerçekleştirme arifesinde ne
yazık ki sinsi bir düşman tarafından içten vuruldu diyorum. Kırkyedi
yaşında henüz olgunlaşma döneminde yapmak istediklerini hayata geçireceği
zaman. Ondan önce zaten Yılmaz, hiçbir dönem istediklerini yapamamış.
Türkiye'de ilk yıllarda, "delikanlılık" filmleriyle önce
kendini ispatladı. Ondan sonra sansür kılıcı, arkasından hapishane.
On yıl boyunca hem de. Düşünün geriye ne kalıyor. Biz bile ondört
yıllık evliliğimizin on yılını ayrı geçirdik. Ve hep şunu derdi;
"yapmak istediklerimin, kafamdakilerin ve kapasitemin yüzde
otuzunu gerçekleştiriyorum." Bir de "Ah bir beş yıl daha
yaşasam" derdi. Gerçekten bir beş yıl daha yaşasaydı, dünya
sinemasında yerini alacak ve damgasını vuracak daha başka filmler
yapacaktı.
Bunların yanında Yılmaz Güney'e gösterilen ilginin ve eleştirilerin
sahiciliğine inanıyor musunuz?
Bir sürü iyiniyetli insan görüyorum. Birkaç kişi dışında. Bunlara
da karşı tepki oluştu. Köşelerinde olumlu yazılar yazdılar. Sinemada
rekabet sözkonusu. Yılmaz aşıldı mı aşılmadı mı diye bakılmamalı
bence. Nasıl ki resimde Van Gogh var, yazın aleminde Victor Hugo
var, dünya sinemasında Fellini var. Türkiye sinemasında da bir Yılmaz
Güney var. Bunları aşmak diye bir şey yok.
Dünya değiştikçe, çağ değiştikçe yeni şeyler yapılıyor, ama onlar
birer klasik olarak kendi yerlerinde duruyor. Aşılmalı mıydı demek
çok yanlış geliyor bana tabii ki yeni şeyler yapanlar olacak. Birkaç
tane de olsa Türkiye sinemasında da iyi yönetmenler var. Onun dışında
Sürü, Yol filmleri için bu kimin filmi demek yerine ortak bir çalışmanın
ürünü demek gerektiğini düşünüyorum.
Yılmaz Güney ekip çalışmasını önde tutuyordu demek istiyorsunuz…
Yılmaz Güney'in yazar, gözlemci, araştırıcı rolünü görmek gerekiyor
ve bu müşterek bir iştir.Tabii ki bunu hayata geçiren bir yönetmendir,
ama bu işin bir de özü vardır gibi yaklaşılırsa, Yılmaz Güney daha
doğru değerlendirilecektir. Çok yaratıcı bir insandı Yılmaz. Ben
öyle değerlendiriyorum.
Yılmaz'ın bir özelliği de daha önce senaryo yazmazdı. Cezaevine
girdikten sonra yazmaya başladı. Çok detaylı senaryolar yazıyordu.
Kameraman arkadaşlar daha sonra bunu söyledi. Hangi sahnenin saat
kaçta, hangi ışığa göre çekileceğini bile not edermiş. Şu sahne
akşam saat 18:20'de çekilecek diye. Yani o ışığı bile düşünürdü.
Onun için ortam canlı bir organizmaydı. O sürekli değişir, gelişir,
yeni olaylar katılır, olaylar sürekli kafasında. Bir şeyler yaparken
başka şeyler oluşur.
Duvar'da senaryo olmasına rağmen bu şekilde çalıştı. Sonra Fransız
ekiple bir tartışma oldu. Fransızlar, öğlen, akşam yemekleri düzenli,
şarap saatleri olsun istiyorlardı. Öyle çılgın gibi çalışmazlardı.
Onlarla tartışmalar oldu. Teknik ekibe bize kamerayı bırakın, kamera
bizim yirmidört saat elimizin altında olsun, her an bir şey olabiliyor
demişti. Ekipteki insanların çoğu sinemayla ilk tanışan insanlardı.
Yılmaz özellikle çocukları ekibin canlı parçaları olarak gördü.
Hatta bir gün, kamerayı koydu. "Çocuklar, toplanın ders vereceğim"
dedi. Toplandı herkes. Yılmaz, "bu kameradır, canavar değil.
Adam yemez bundan korkmayacaksınız" dedi. Hoş anılar bunlar…
Bundan sonraki projeleriniz nelerdir?
Restorasyon çalışmaları sürüyor. Sürü ve Umut'u yaptırdık. Bunun
dışında on tane filmin gösterime girme durumu var. İnsanlar Yılmaz'ın
bütün filmlerini tanıyor, biliyor. Filmlerinin yasaklı olduğu dönemlerde
de video kasetlerini almışlar. Sürü filminden sonra anket yaptık.
Gelenlerin yüzde doksandokuzu Sürü filmini görmüş, ama yine de geliyor.
İşletmeci de gişeye bakıyor. Ona göre diğer filmlerini de düşüneceğim.
Bir Ağıt filmini, Düşman filmini gösterime sokacağız. Arkadaş filmi
çok ilgi görmüştü bir dönemin tanıklığı olarak. Bunun dışında, filmlerini
CD'ler olarak çıkarttık. Dışarda korsan kasetlerini yapmışlar, bunları
almayın. Vakfın çıkardığı CD'ler, kasetler olacak. Kalite bakımından,
içerik bakımından tam olan filmler. Sonra Yılmaz'ın siyasal yazıları
var, 'seçmeler' diyorum buna. Bir kısmı yasalar karşısında hala
engelli.
Röportaj: Serpil Kaya
|