Haberler

   Yazılar

   Söyleşiler


  


KARDEŞLERE ÖĞÜTLER ( DOĞAN HIZLAN-HÜRRİYET)

Yılmaz Güney tartışmaları, Türkiye'de sadece elmalarla armutların değil, kiviyle ananasın da karıştırıldığını gösterdi.
Genç kuşak yazarlarının her şeye tavır almalarını, değişik bir tarzla idollere yaklaşmalarını anlamak istiyorum.
Üstelik her gençte tabuları yıkma dürtüsü vardır.
Ne yazık ki, onlar tabuları yıkmaya çalışırken, kendileri tabu yaratma tehlikesine düşerler, tabular daha da güçlenir. Taraftarlar bilenir.
Bir zamanlar edebiyat ortamında Putları Yıkıyoruz kampanyası başlatılmıştı, yıkılacak putlardan biri de Yahya Kemal Beyatlı idi.
Düz mantıkla düşündüğünüzde, bu kampanyanın sert ve acımasız olmasını isteyenlerin başında Názım Hikmet gelmeliydi.
Oysa sanatın mantığı farklıydı. Büyük usta Názım Hikmet bir büyük usta Yahya Kemal Beyatlı için, Memet Fuat'a bir mektup gönderiyor, onun iyi bir şair olduğunu, onu kötülememesini istiyor.
Nazım Hikmet'in o mektubunda, Yahya Kemal Beyatlı efendi, halim selim, mazbut bir şairdir, diye bir cümleye rastlanmıyor.
Hayatla sanat ayrıdır. İkisini birbirine karıştırmayalım.
Çünkü söz konusu olan onun şairliğidir özel hayatı değil.
Genç kardeşlerimin bu mektubu okumalarını, gelecekteki yazarlık hayatları için yararlı olacağı umuduyla tavsiye ederim.
Tabuları yıkmak, idolleri yok etmek isterken, ormanlar kralı edasıyla davrananların, sonradan evcil arslanlara dönmelerine üzülürüm doğrusu.
Osmanlıda, mağrur olma padişahım senden büyük Allah var, sözünün sultanı bile bir alçakgönüllüğe davet ettiğini hatırlamakta fayda var.
***
KARDEŞLERE Öğütler sözünden yazar kardeşlerim alınmasın. Çünkü bunun karşıtı akıl yaşta değil baştadır, diye itiraz edebilirler. Onlara Cenap Şahabettin'in Tiryaki Sözleri'nden birini aktarayım:
Akıl yaşta değil baştadır. Ama aklı da başa yaş getirir.
Behçet Necatigil'in bekler bazı şiirler bazı yaşları, dizesini de bilgisayarınızın belleğine bir kaydedin.
Gün olur işinize yarar.
Ben Yılmaz Güney'in hayatı tartışılırken, sanatının es geçilmesine tahammül edemedim.
Dünya sinemasındaki yerini sinema yazarları, eleştirmenler kabul etmişler, edebiyattaki yerini de edebiyat eleştirmenleri onaylamışlar.
Eleştirmen Fethi Naci, Yüzyılın 100 Romanı kitabında (s.568) Yılmaz Güney'in Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazanan Boynu Bükük Öldüler'i için şunları yazıyor:
'Boynu Bükük Öldüler'de (1971) köylülere bir Yaşar Kemal bakışı var. Yılmaz Güney de, çok iyi tanıdığı köy gerçekliğini ve köylüleri olduğu gibi anlatıyor, ama elbette bir roman yapısı içinde, elbette yakından tanıdığı, yaşadığı insan ve toplum gerçeklerini seçerek, düzenleyerek.
İlk romanlar çoğu zaman, yaşanmışlıkla doludur. Yılmaz Güney, gereksiz ayrıntıları ayıklamayı bildiği için, yaşanmışlığa dayanan romanı başarı çizgisini tutturmuş.'
Her sanat eseri, kendi içinde ve yaratıldığı toplumsal, siyasal şartlar unutulmadan değerlendirilir.
Yılmaz Güney'in romanı da, filmleri de bence bugün yaşıyor. Sanatsal gücünü, okunurluğunu, seyredilirliğini koruyor.
Genç kardeşlerim bunları beğenmeyebilirler ama bir sanatçının bütün çabasını, trajedisini de, lumpen ve katil parantezine alma haksızlığı da, yazarlık sorumluluğu ile bağdaşmaz.
Umut'ta yoksul arabacı Cabbar'ın trajedisi eskir mi?
Genç kardeşlerim Umut kitabını okurlarsa, sonunda Nadir Nadi'nin, İlhan Selçuk'un, Erden Kıral'ın yazıları düşüncelerini değiştirmede etkili olabilir. Üçü de zihin açıcı yazılar.
Sürü'nün ilk sayfasını açtığınızda, ödüller listesini okumanız yeterli bir beğenme gerekçesidir sanırım.
***
ÖLÜMÜNDEN bunca yıl sonra Kardeşlerim, hala Yılmaz Güney'i tartışıyorlarsa, demek ki o, kalıcı sanatçılar kulübünün daimi üyeliğini hak etmiş.
Kendilerine, iyi bir romancıyı, iyi bir oyuncuyu, iyi bir yönetmeni gündeme getirdikleri için bir kez daha teşekkür ediyorum.

önceki sayfa diğer yazı