YILMAZ GÜNEY SİNEMASI HAKKINDA (HASAN BÜLENT KAHRAMAN-RADİKAL)
Üstüne birkaç yazı yazmış olmakla birlikte uzmanı değilim ve Yılmaz
Güney konusunda son günlerde gelişen 'polemiğe' katılmak gibi bir
niyetim de yok. 'Sakıncalı' bazı yanları olduğu kanısındayım. Onlara
ve meseleye bakılması gereken noktayı saptamak istiyorum. Tartışma
şu üç kısıtlama etrafında tıkanmış görünüyor.
1) 'Sinemacı' Yılmaz Güney değil, 'popüler kültür'ün Yılmaz Güney
miti ya da ikonu tartışılıyor. Fakat, oradan başlandığı için, tartışmayı
yürütenler de aynı alanda kalmaktadırlar. Popüler kültürün ürettiği
bir miti yıkmak çabası tek başına o kültürün sınırları dışına çıkmaya
yetmiyor; aksine onun bağlamı içinde tutsak olmaya yol açıyor.
2) Yılmaz Güney sinemasının 'estetik' yanına dönük değerlendirmelerde
işin 'konjonktür' yanı göz önünde bulundurulmamakta ve bugünün olanaklarıyla
ve bilinciyle bir irdelemeye gidilmektedir ki, olacak şey değildir.
Ayrıca, sinema, Yılmaz Güney'in kişiliğinin bile değil, popüler
ikonografyasının içinden okunmaktadır ki, Yılmaz Güney'e karşı tavır
alanların asıl açmazı budur.
3) Değerlendirmeyi yapan kişinin zaman içinde yaşadığı değişim,
dönüşüm tek gerçek olarak sunulmaktadır. 'İdeolojik'tir denilen
yargılar aşılmaya çalışılırken gene ideolojik bir sınır çizilmektedir.
Bu, bir yerde kaçınılmazdır ama, bir değerlendirmede kullanılacak
değişkenler ve araçlarla aktörler belli bir noktada eşitlenmek zorundadır.
'Bağlam' kavramı da bu nedenle önemlidir.
Bütün bunlardan sonra gelelim Yılmaz Güney sinemasının iç sorunlarına.
Sanat yapıtı, son kertede iki düzlemin üstünde yer alır: Tarihsel-dışsal
ve teknik-içsel. Bir yapıt bir yanıyla belli bir toplumsal, tarihsel,
siyasal çerçevenin irdelemesidir. Önemli olan bunun sanatsal bir
yaklaşımla yapılıp yapılmadığıdır. (Bu, o amaca dönük olmayan yapıtlar
için de aşılmaz bir ufuktur. Çünkü, her şey yapıta 'içkin'dir; onda
gizlidir.) Yılmaz Güney sineması bu nedenle ilginçtir. Sinemanın
bir popüler kültür ortamı olduğunu unutmadan (bunu unutan hiçbir
büyük yönetmen yoktur), bir toplumun değişimini ve o değişimin ortaya
çıkardığı sonuçları 'anlatmıştır.' Feodalite, kentleşme, doğa, yazgı,
onların getirdiği bireysel varoluş sorunları, vb. bu sinemanın temel
ögeleridir.
Fakat, önemli olan, Yılmaz Güney'in, bu dışsal denebilecek elemanları
tipik bir önsel-ideolojik yaklaşımla değil, 'artistik' bir yönelimle
ortaya çıkarmasıdır: Bütün bir 'ideolojik' denebilecek çerçeveyi,
insan tekinin dramı etrafında verebilmesidir. Yani, siyasal olanı
belirlemek için insanı anlatmamıştır. İnsanı bütün gerçekliğiyle
(ve romantik yanıyla) yansıtmış, siyasal ve tarihsel olan onun içinden
çıkmıştır. (Ama bu da o sinemanın siyasal boyutunu yok saymak anlamına
gelmez.) O sinemanın belkemiği insanın evrensel varoluşundan kaynaklanan
trajedik durumun verilmesidir. İnsanı meydana getiren temel özellikler
ve davranış biçimleridir sinemadan dışarıya yansıyan. O sinema öncelikle
siyasal 'mesaj'ı değil, anlattığı insan için izlenir. Bu nedenle
de Yılmaz Güney, Türk sinemasında 'epik' oluşturabilmiş tek yönetmendir.
Evrenselliği de buradan doğar.
Şimdi tartışabilirsiniz!
|
|
|