YILMAZ GÜNEY TARTIŞMASI (HÜSEYİN ÖZTÜRK-AKİT)
Bugünlerde Yılmaz Güney ve sineması tartışılıyor. Tabi gündemin
birinci maddesi değil elbet. Yalnız zamlar hariç diğer konulardan
önemli. Lime lime olmuş, ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamayan bir
sistemi ayakta tutabilmek için tehdit, şantaj ve bir yığın Bizans
oyunlarıyla alavere dalavere yapıp, suni teneffüsle yaşatmanın ciddi
hiçbir yanı olamaz.
Yılmaz Güney, ideolojik yapısı itibariyle üst paragrafta yer alan
entrikalara başkaldıran bir sinema yapmıştır. Güney, hem oyunculuğuyla,
hem yönetmenliğiyle, hem de hikayeleriyle, Türk sinemasına farklı
bir boyut getirmiştir.
Tarafsız düşünebilen sinema eleştirmenlerini dinlediğimizde, Türk
sinemasını iki kategoride ele alır. Yılmaz Güney öncesi ve sonrası
diye. Şahsım adına söylüyorum, resmi ideolojinin kuyruğunda hava
yaparken, Yılmaz Güney komünist olduğu için düşman kesilmiştik.
Karakucak bir düşmanlıktı bu. Çünkü sistem bizi slogan gençliği
olarak görmek istiyordu.
Ne zaman ki sinema üzerine düşünmeye başladık, küfretmek yerine,
"biz de niye sinema yapamıyoruz" demeye başladık ve o
zaman anladık ki, Yılmaz Güney'in kendisi ve sineması topluma söyleyeceklerinin
fikri bütünlüğünü oluşturuyor.
Türk sineması doksanlı yılların başına kadar Anadolu'dan akan sermaye
ile beslendi. Para ve oyuncuların seçimi (kadın oyuncular tabii)
Anadolu tüccarlarına düşer, o parayı yemek ve sinema yapmak da salon
burjuvalarına nasip olurdu.
Türk sineması hiç bir gelişme kaydetmeden, uzun yıllarını böyle
geçirdi. İşte Yılmaz Güney, önce bu sömürüye başkaldırdı. Ezilmişliğin,
horlanmışlığın ve de isyankarlığın neticesinde sinemaya ayrı bir
renk katan Güney, Kırsal'dan gelen hikayelerin, kentliler tarafından
sinemaya aktarılamayacağını gösterdi.
|
|
|