Haberler

   Yazılar

   Söyleşiler


  


YILMAZ GÜNEY TARTIŞMASI (MURAT BELGE-RADİKAL)

Şu son günlerde, durup dururken, kültürel/entelektüel ortamımız bir 'tartışma' daha kazandı: 'Yılmaz Güney lümpen miydi, değil miydi?' tartışması diye özetlersem bunu, tartışmanın ulviliğini zedelemiş olmayacağımı umarım.
Artık bu zamana kadar alıştık: bu memlekette 'tartışma' denen şeyin hepsi değilse de, önemli bir kısmı, densizliği kariyer haline getirmiş birinin orta yere olur olmaz hakaretler, suçlamalar, küfürler savurmasıyla başlıyor. Bunlara birileri cevap vermek gereğini duyuyor, ama cevap verirken söylenen sözlere de bağlı kalmak durumunda olduğu için, ağzından söz yerine köpük saçan adam genel matrisi belirlemiş oluyor.
'Tartışma konusu' olarak ortaya atılan şey bir sorun, incelenip anlaşılması gereken bir şey olmuyor, olamıyor bu ortamda. Öylesi ilginç değil. Bu 'rating' konusunu daha çok TV bağlamında dert ediniyoruz da, galiba yazılı basında daha fazla komplekse, dolayısıyla saldırganlık dozunun artmasına yol açıyor. Bir kişi adı üstüne kıyamet koparmak en etkili yol. "Altmışlarda ve yetmişlerde 'devrimcilik' neydi, nerelerden beslenir, nasıl işlerdi?" diye bir soru sorup, bunu incelemeye başlarsanız, kimse ilgilenmez, 'rating'i yok. Ama 'Yılmaz Güney bilmem neydi' derseniz, tamam, yakaladınız işte. Şimdi ilgi odağısınız. Veri olarak, sizin tavrınız, daha doğrusu ettiğiniz küfürler, birilerini rencide edecek. Ama bu çok önemli değil. Tarihe geçmenin bir yolu, çok kişiye küfretmek.
Oysa, elbette, tarihe olumlu geçmenin yolu bu değil. Anlık çıngarlarda kendinizi kitlelere tanıtabilir, isim yapabilirsiniz. Ama tarih sizi içinde bulunduğunuz olayın bütün cepheleriyle birlikte yargılar. Sonunda belki de sahiden kendinizi o tarihin içinde bulabilirsiniz - ama kendi istediğiniz 'sıfat'larla değil, bütün filtrelerinden geçirdikten sonra tarihin size uygun göreceği sıfatlarla.
Sözgelişi, Türkiye'de inceleme yapan 'ecnebi' bir tarihçiye, burada şu anda anlatılması gereksiz, ama çok da saydam, gerisini gösteren kinlerle 'arşiv hırsızı' diye çamur atarak bir şekilde tarihe geçer, hem de milliyetçiliğinizin gereğini yerine getirirsiniz. Ama gerçek tarih, sizi ele almak ihtiyacını duyacak olursa, bu lafınızdan ötürü mahkemede iki milyar tazminat ödemeye mahkûm edildiğiniz 'nesnel olgusu'nu da dikkate alacak, tabii öbür faaliyetlerinizi de değerlendirecek ve sizi bu eylemlerinize uyan bir sayfasına gönderecektir.
Böyle bir durumda, böyle bir 'tartışma' açan bir insanın düpedüz 'iftira'dan suçlu olduğunu kanıtlamak görece kolay. "Nedir kanıtın?" diye sorarlar, öyle bir şey olmadığı anlaşılınca da 'iftira' kesinleşir. Ama Yılmaz Güney'e 'bayağı bir katil' denildiğinde, mahkûmiyetle bitmiş cezası varken (öyle bitmemiş olması da durumu o çerçevede değiştirmez) bunun bir 'iftira' olduğunun davası olmaz. Hukukun sınırları var.
Dolayısıyla bu durum hukuk alanına girmez; sırf biri 'dava açtı' diye girecek olsa da, oradan anlamlı bir sonuç çıkmaz. Ama bunun hukuk alanında bir sonuç yaratmaması, 'tarih' açısından demin sözünü ettiğime benzer mekanizmaların çalışmaması demek değildir. Onlar gene çalışır. Çünkü tarihin böyle sınırları yok.
Tarihin sınırı yok da, aynı zamanda fazla yeri de yok. Her dönemde olmuş bazı çığırtkanları uzun uzun adıyla sanıyla anlatamıyor. Öylelerini uzmanlar biliyor, o da bir süre. 'Umut' filmini yapanların, 'Sürü' veya 'Yol' filmini yapanların adı tarihte anılır - şüphesiz bütün eleştirellik içinde. Küfretmek ve iftira etmekten başka marifeti olmayanların adının unutulması uzun vadede herkesin iyiliğinedir - hatırlayıp ne olacak?

 

önceki sayfa diğer yazı